PAYLAŞIMDA TEK ADRES
ÇOCUK  Dostakincilarhogeldn

Forumdan Yararlanmak için üye olunuz.Üye olmak veya Giriş yapmak için aşağıdaki butonları kullanabilirsiniz.

ÇOCUK  Uyeolbl6




Join the forum, it's quick and easy

PAYLAŞIMDA TEK ADRES
ÇOCUK  Dostakincilarhogeldn

Forumdan Yararlanmak için üye olunuz.Üye olmak veya Giriş yapmak için aşağıdaki butonları kullanabilirsiniz.

ÇOCUK  Uyeolbl6



PAYLAŞIMDA TEK ADRES
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
sonsuzluk38
sonsuzluk38
Admin
Admin
ÇOCUK  Koanatl
Mesaj Sayısı : 826
Kayıt tarihi : 13/05/09
Yaş : 53

puan
yeni oyun yeni oyun:
ÇOCUK  16653166100/100ÇOCUK  Emptybarbleue  (100/100)
puan puan:
ÇOCUK  Imgleft30/30ÇOCUK  Emptybarbleue  (30/30)
oyun zar atmaca: 30
https://turkforumtr.yetkin-forum.com

ÇOCUK  Empty ÇOCUK

Salı Ağus. 17, 2010 10:09 am
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Çocuklarımız için Ramazan Ayında Yapabileceklerimiz



Sahura
kalkmak isteyen her çocuğu kaldıralım. Orucunu daha dayanıklı
tutabilmesi için yeterli gıda alımı konusunda ilgilenelim fakat baskı
uygulamayalım.


İftar zamanını bir şölene dönüştürerek bayram havası içinde oruçları açalım.
Orucun tahammülünü azaltmasından dolayı gergin davranan çocuklarımız
olursa, onlara sabrın ve bunun mükâfatının büyük olduğunu anlatıp, daha
uygun davranmaya sevk edelim.



Kimi zaman oruçlarımızı bir caminin avlusunda açıp, daha sonra birlikte
cemaatle namaz kılalım. Namaz çıkışı çocuklarımızı caminin imamı ve
müezzini ile tanıştıralım yeni namaza ve oruca başlayanlar olmuşsa
bunları da hoca efendilerle paylaşıp övgü almalarına zemin
hazırlayabiliriz.



Evimizde ağırlamaktan çocukların da memnun kalacakları misafirleri
onlara danışarak tespit edip davet edebiliriz, bilhassa da kendi
arkadaşlarını iftara ya da sahura alıkoyup bir yetişkin değeriyle
ağırlarsak, bu çocuklarımızı çok onore edecektir.



İftar sofrasında heyecanla ezanı beklerken, yemek tabağının kenarına
dizdiği iftarlıklarını asla küçümsemeden hoş görüp destekleyelim.



Çocukların oruç tutup namaz kıldıklarında bunun ne kadar önemli bir
durum olduğunu siz ifade edin ve çevrenizdeki çocukların da sevdiği
tanıdık ve yakınlarınızın da bunu taktir etmelerini sağlayın. Bilelim
ki, taktir edilip ilgi gören şey her neyse, o gelişmek için bir zemin
bulmuş demektir.



Ramazan ayının ailece bizi kuşattığına dair biz yetişkinlerin
davranışlarında da değişiklik olmalı ve bunun kalıcı hale gelmesi için
gayret etmeliyiz.



Sohbeti güzel ve çocukları sevip değer veren din büyüklerinin
sohbetlerine çocukların katılmalarını sağlamak, daha bilinçli olmalarını
sağlar. (uzun olup çocukları sıkmamak şartıyla)
Kur’an-ı kerimi bilmeyen çocuklarımıza, mutlaka öğretme tekniklerini iyi
bilen ve çocuklara sert davranmadan sevdirerek öğretecek bir hoca
nezaretinde bu eğitimi aldırmalıyız.



Evde ailece akşam veya diğer vakit namazları kılmak, birlikte teravih e
gitmek, çocukların unutamayacakları zaman dilimlerinden olur.
Ramazan umreleri, ekonomik durumu uygun olanlar için bir fırsattır.
Çocukların, inandıkları inanç sisteminin temelini sağlamlaştıracak her
türlü uygulamaya ihtiyaçları vardır.



Birlikte kabir ziyaretleri, İslâm büyüklerinin kabirleri ve muhteşem pek
çok camimizin ziyareti, hem kültürel hem de manevi yönden çocuklarımıza
ve bize çok şey kazandıracaktır.
Bu arada, İslâm tarihi ile ilgili vizyondaki filmlere birlikte gidebiliriz ve mümkünse bu amaçla tiyatrolara gidebiliriz.



Ramazan boyunca geçerli olacak bir yarışma süreci başlatıp, islâm
tarihi, ayet, hadis, ve kültürel boyutu bulunan başka alanlarda,
özendirecek ödüllerle gelişim ve bilgi birikim eksenli bilinç oluşturma
çalışması yapılabilir.
Evde mukabele başlatılıp,birlikte hatim yapıp bağışlama gibi bir mutluluğu birlikte yaşayabiliriz.



Aile içi dayanışma, kardeşlik, paylaşma, yardımlaşma, zor zamanlarda
hoşgörü ve sabır, birbirimizi ve genelde de bütün yaratılmışları sevmek
ve değer vermek vb konularla ilgili ayet, hadis, özlü söz, ve vecize
cinsinden bilgilerin bulunması, sorumluluk paylaşımı ile bölüştürülür,
bulunan bilgiler, evin panosunda sırayla sergilenir. Göz gördüğünü
kaydeder, bizde kaydedilecek güzel malzemeler sunarak, sürece olumlu
katkıda bulunmuş oluruz.
Oruç tuttuğu için sigara içemeyenlerin gergin, sinirli ve öfkeli bir
halde önüne gelene (daha çok da aile fertlerine) esip yağmaları, orucun
ruhuna uygun değildir. Ayrıca saygıyı ve oruca bakışı olumsuz etkileme
riski vardır. İlgililere duyurulur.

Hanımefendi Dergisinden Alınmıştır.


Cocuk`tan ibretlik sözler




Malik bin Dinar Hazretleri, bir gün, bir sabiye ( kücük cocuga ) rastladi.


Cocuk toprak ile oynuyordu. Bazen gülüyor ve bazende agliyordu .





Malik bin Dinar buyurdu :

- Icime O cocuga selam vermek dogdu. Nefsim kibirlenip selam vermekten vazgecti.


Ben nefsime şöyle seslendim : Ey nefsim ! Peygamber efendimiz S.A.V.
Hazretleri kücük ve büyük herkese selam verirdi. Sende bu cocuga selam
ver !


Ve O cocuga selam verdim,




Cocuk


-Ve aleykümüsselam ve rahmetullahi ve berekatuhu ,


Ey Malik bin Dinar.
Sordum


- Beni nereden tanidin? Daha önce beni görmüslügün yoktu ?


Cocuk

- Melekut aleminde ruhum, senin ruhunla karsilasti. Ölmeyen ve sürekli hayy olan Allahi Teala bizleri tanistirdi.

Ben ona sordum


- Akil ile Nefsin arasindaki fark nedir ?

Cocuk[/b]


-Nefsin ,seni bana selam vermekten alikoyandir. Aklin ise seni selam vermeye tesvik eden ve zorlayandir.Yine sordum
-Senin halin nedir ? Niye bu toprakla oyniyorsun ?

Cocuk


- Cünki biz Topraktan yaratildik; yine ona döndürülecegiz !

Yine sordum

- Bazen gülüyor ve bazende agliyorsun ?

Cocuk


-Evet ! Rabbimin azabini hatirladigimda agliyorum; rahmetini hatirladigimda ise gülüyorum.

Ben sordum

Evladim ! Senin ne günahin var ki ?

Cocuk
-Ey Malik bin Dinar ! Böyle söyleme ! Görmüyormusun büyük odunlari tutusturmak icin, önce kücük odunlari tutusturuyorlar !



Ruhulbeyan tercümesi cild.1 sahife 426





En son sonsuzluk38 tarafından Salı Ağus. 17, 2010 10:15 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
sonsuzluk38
sonsuzluk38
Admin
Admin
ÇOCUK  Koanatl
Mesaj Sayısı : 826
Kayıt tarihi : 13/05/09
Yaş : 53

puan
yeni oyun yeni oyun:
ÇOCUK  16653166100/100ÇOCUK  Emptybarbleue  (100/100)
puan puan:
ÇOCUK  Imgleft30/30ÇOCUK  Emptybarbleue  (30/30)
oyun zar atmaca: 30
https://turkforumtr.yetkin-forum.com

ÇOCUK  Empty Geri: ÇOCUK

Salı Ağus. 17, 2010 10:11 am
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Çoçuklara Din ve Allah


nasıl anlatılmalıdır?

ALLAH’A
samimi bir kul olmak, zorlamayla olacak bir şey değildir. Kulluk
yaşanacak bir haldir. Böyle olduğu için de, belli adımların sonunda
belli sonuçlar cinsinden kalıplara uymaz.

Çocuğun dindar olması için anne baba olarak bizim yapabileceklerimizden bazıları şunlar olabilir:
Evvela, bunu ciddi olarak
istemeli ve bu konuda kararlı olmalıyız. Şimşek ışığında yol alınmadığı
gibi, bu arzu da geçici heveslerle olacak bir şey değildir.

Çocuk büyütmekle, çocuk
yetiştirmenin arasındaki farkı iyi anlamalıyız. Çocuk yetiştirmenin,
bilinçli bir süreci ve bu süreçteki kararlı çabaları gerektirdiğini
bilmeliyiz.

Daha sonra da kesinlikle
şuurunda olmalıyız ki, dindar olmanın özü özeti Allah’ı sevmektir. İnsan
sevdiğine yaklaşır, sevdiğinin yolundan gider. Çocuğa Allah’ı
sevdirmeliyiz; sevdikten sonra gerisini çocuk da getirebilir. Yoksa
ezbercilikle dindar olunmaz. Dinden haberdar olmak başka, dindar olmak
başkadır.

Ayrıca, çocuğumuzla sıcak bir
yakınlık kurmalıyız; çocuğumuzun rahatça konuşabileceği, soru
sorabileceği bir iletişim ortamı sağlamalıyız.

Bunların yanı sıra, çocuğuyla
güzel bir diyalog içinde olan anne baba, ondan gelecek olan sorulara
net ve kısa olarak cevap vermelidir.

Bilmeliyiz ki, çocuğumuz izah
istemiyor, cevap bekliyor. Çocuk, “güneşi kim çıkardı?” diye
sorduğunda, “Allah güneşi bizi aydınlatsın ve ısıtsın diye çıkardı,”
gibi kısa bir cevap onu tatmin edebilir. Yoksa bu soruyu cevaplamak için
evrenin yaratılışından başlamamız gerekmez. Zaten ne kadar uzatırsak,
çocuğumuz bizi o kadar az anlayacaktır.

Çocuğumuzun sorularına
mutlaka doğru cevaplar vermeliyiz. O küçüktür anlamaz diye cevapları
geçiştirmemeliyiz. “Kardeşim nereden geldi?” diye sorduğunda, “onu Allah
yarattı, büyüyünce beraber oynayacaksınız, birbirinize yardımcı
olacaksınız” gibi doğru bir cevap verebiliriz. Yoksa “kardeşini
leylekler getirdi” gibi, çocuğa bir faydası olmayacak masallarla onun
zihnini dondurmaktan, düşüncesinin gelişmesini baltalamaktan kesinlikle
kaçınmalıyız.

Çocuğumuzun sevdiği,
beğendiği, varlığından haz aldığı şeylerin var olmalarının nedenini
doğru olarak bildirilmeliyiz. Sevdiği bir şeyi, bir insanı, Allah’ın
yarattığını öğrenmesi, çocuğu Allah’a yaklaştıracaktır. Sorduğu
sorularına, tabiat ana, Noel Baba, evrim.. gibi gerçek dışı uydurma
cevaplar alan bir çocuğun, duygusal zekası gelişemeyeceği gibi,
belirsizlikler içinde kalan aklı, kainatı ve hayatı anlamakta da güçlük
çekecektir.
Çocuğunu dindar bir insan
olarak yetiştirmek isteyen bir anne babanın en büyük yardımcısı elbette
Allah’tır. Çünkü Allah, insanı, kendine muhatap olacak imkânlarla
donatıp yaratmıştır. Peygamberimizin ifadesiyle, “her çocuk İslâm
fıtratıyla, yani Allah’a iman edecek bir karakterle dünyaya gelir.” Bize
iman lütfeden Yaratıcımız, çocuğumuza da merakı ve soru sorma
yeteneğini vermiş; böylece çocuğumuzu insana yaraşır bir gelişme
sürecine hazır hale getirmiştir.
İkinci yardımcımız,
kainattır. “Kainattan nasıl yardımcı olur,” demeyin. İnsanın Allah’ı
tanıma yollarından birisi de kâinattır. İnsan, Allah’ın yarattıklarını
görüp tattıkça, Yaratanına olan bilgisi ve sevgisi artar. Bu konuda bir
kıssa vardır:

Allah (c.c.), Davud aleyhisselama buyurmuş ki:
“Beni kullarıma anlat, Beni sevdir.”
Davud aleyhisselam:
“Ey Rabbim! Seni kullarına anlatabilirim,” dedi, “ama nasıl sevdirebilirim?”
“Sen kullarıma, onlara ihsan ettiğim nimetlerimi hatırlat, açıkla; Ben onların kalplerinde sevgiyi yaratırım.”
Öyleyse çocuğumuza Allah’ı sevdirmek için daima kâinattan, Rabbimizin dünyada yarattığı güzelliklerden bahsetmeliyiz.
Ağaçların, çiçeklerin, yıldızların, Ay’ın, dünyanın, hayatın güzelliklerini onun dikkatine sunmalıyız.
Ayrıca, Allah’ın bütün
bunları bizim için, bizi sevdiği için yarattığını söyleyebiliriz. Bir
meyve yiyorsak, “Bak yavrum” diye başlayarak, “Allah bizi ne kadar çok
seviyor, bizim için bu güzel meyveyi yaratmış, rengini, tadını, şeklini,
kokusunu bizim hoşumuza gidecek gibi yapmış..” diyebiliriz.

Böylece sonuçta belki de hiç
beklemediğimiz bir anda, çocuğumuz elinde bir meyve yiyor iken, “Biliyor
musun baba, ben Allah’ı çok seviyorum” diyebilecektir.

Kız Çocuğu Bir Nimettir…


Kız, çocuğu olunca üzülmek, hele hele anneyi suçlamak çok yanlıştır.
Kuran-ı kerimde mealen, (Allah dilediğine kız,
dilediğine erkek çocuk bahşeder. Kimine hem erkek, hem kız çocuğu verir,
dilediğini de kısır bırakır. Her şeyi hakkı ile bilen ve her şeye gücü
yeten ancak Allahtır)
buyuruldu. (Şura 49, 50)

Peygamber efendimiz, (Kız çocuklarını hor görmeyin) buyurdu.
Hor görmek dini bilmemekten ileri gelir. Hayırlı evlat istemelidir.
Hayırlı olmadıktan sonra, kız veya erkek olmuş ne fark eder?

Dinimizde, kadının ve kız çocuklarının fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kızlarınızı altın ve gümüş ile süsleyin!
Elbiseleri güzel olsun! İtibar kazanmaları için en güzel hediyelerle
ihsanda bulunun!)
[Hakim]

(Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü
teâlânın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız
çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete
girmesine vesile olur.)
[Taberani]

(İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni Mace]
(İki kızı veya iki kız kardeşi olup da, maişetlerini güzelce sağlayanla Cennette beraber oluruz.) [Tirmizi]
(Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan
önce kız çocuklarına verene Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Allahü
teâlâ, rahmetle nazar ettiğine de azap etmez.)
[Harâiti]

(Çarşıdan turfanda meyve alıp evine getiren,
sadaka sevabı alır. Getirdiği meyveyi, erkek çocuklarından önce kız
çocuklarına versin! Kadınları, kızları sevindiren, Allah korkusundan
ağlayanlar gibi sevap kazanır. Allah korkusundan ağlayanın bedeni de
Cehenneme haram olur.)
[İbni Adiy]

(Üç kızına, ihtiyaçtan kurtulana kadar iyi bakan, yedirip giydiren, elbette Cenneti kazanır.) [Ebu Davud]
(Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allahü teâlâ Cennete koyar.) Eshab-ı kiramdan biri, (İki tane olursa da aynı mıdır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz (Evet, iki tane olursa da aynıdır) buyurdu. Başka birisi, (Ya bir tane olursa?) diye sual etti. Cevabında buyurdu ki: (Bir tane de olsa gene aynıdır.) [Hakim, Harâiti]
Görüldüğü gibi, kız ve kadınlara değer vermeyenler, müslümanlığı
bilmeyen kimselerdir. Müslüman, dinini iyi öğrenip kadına layık olduğu
değeri vermelidir!

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.) [İ.Asakir]



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Çocuk, din eğitimi ve namaz
Eğitimde çocuğu tanımak esastır. Hele ki din eğitimi gibi
hassas bir konunun, en önemli kısmını oluşturan imân duygusunun işlenişi
hususunda, çocuğun psikolojik yapısının çok iyi bilinmesi
gerekmektedir. Bir düşünür bu gerçeği, “Çocuk zekâsını çok iyi tanıyan
bir zâtın onlara mahsus bir akâid kitabı yazmasını pek isterim.”
ifadesiyle dile getirmektedir.
İnsan psikolojisini bilmek, toplum yönetiminde vazgeçilmez bir esas
olduğu gibi, çocuğun ruhî yapısını tanımak da psikolojik bir prensiptir.
Nasıl ki, çiftçi toprağını, heykeltraş da işlediği mermerin cinsini ve
özelliğini tanımak zorundaysa, eğitimciler de çocuğu her yönüyle; bütün
karışıklığı ve sadeliğiyle tanımak mecburiyetindedir. Bu ifadeler,
öncelikle çocuğun duygusal ve ruhsal gelişimi hakkında bilgi sahibi
olmanın gereğini belirtmektedir. Çocuklarımızı tanırken nelere dikkat
etmemiz gerektiğini pek çok kez sizlere sunduk ve sunmaya devam
edeceğiz. Ama şimdi gelin, din eğitimi ve özellikle namaz ve çocuk ile
ilgili neler yapmamız gerektiğini hep birlikte inceleyelim.

Camileri sevdirmeliyiz
Eğitimin en önemli ayağı mescit ve camilerin sevdirilmesidir. Camiler,
mescitler, çocuklara sevdirilmeli ve problemlerinin çözüldüğü mekanlar
olduğu gösterilmelidir. Bu mekanlarda ve çevresinde cami görevlilerince
düzenlenen kültürel etkinlikler, sportif yarışmalar çocukların ilgisini
çekecektir. Böylece çocuklar camilerin yalnız ihtiyarların, belli
zamanlarda girip çıktığı yerler değil bütün insanların huzur ve mutluluk
duyduğu mekanlar olduğunu görecek, cami görevlilerini kendilerini
kovalayan asık suratlı insanlar değil, sevecen ve iyilik timsali
insanlar olarak tanıyacaktır. İçinde bulunduğu bunalımlı durumu
rahatlıkla paylaşabilecektir.

Çocukken girmesi yasak edilen bir yere büyüyünce nasıl alıştırılacak bu çocuklar?
Oysa çok bilinen bir hadisi şerifte “Çocuklarınız yedi yaşına girince onlara namazla emredin” (Ebu Davut) buyurulmaktadır.

Babalar iş başına!
Sahih hadislerde, cemaatle kılınan namaza verilecek sevabın tek başına
kılınan namazın sevabından 25 veya 27 kat olduğu, ayrıca cemaate
katılanların sayısı arttıkça kılınan namazın sevabının da artacağı haber
verilmiştir.
Bilhassa babalar, erkek çocuklarını eğitmekte çok dikkat etmelidirler.
Çünkü erkek çocuklar önlerinde örnek olarak babalarını görür ve onun
gibi hareket etmeye özen gösterirler. Vakit girince cemaatle namaz
kılmaya yarışırcasına gitmelerini sağlamak için çocuklarını teşvik
etmelidirler. Gündüz rızk peşinde koşan babalar akşam ve yatsı
namazlarını çocukları ile kılmaya özen göstermelidir. Camiye gitmeyi
adet edinen bir çocuk, kendi iç yapısında imanın ruh ve mayısını
kökleştirir. Allah’a itaatin zevkini ve heyecanını taşır. Aynı zamanda
iyilikler ve kötülükler hususunda İslâm’ın buyruklarına baş eğip
teslimiyet gösterir

Efendimiz’i (S.A.V.) örnek alalım
Çocukları camiden uzaklaştırma hareketini kim yaparsa yapsın ve bu
gereksiz titizliğe göz yuman kim olursa olsun ne insanlıktan ne de Hz.
Peygamber’in hayatından haberi var demektir. Hz. Peygamber (S.A.V) yakın
çevresindeki çocuklara ve torunlarına o kadar ilgi ve sevgi
göstermiştir ki; camide namaz kıldırıyorken bile çocuklar omzunda ve
sırtındadır. Hz. Zeynep’ten torunu Umame bu çocuklardan biridir. Hz.
Peygamber onu namazda omzuna alır, rükuya gittiğinde yere kor,
kalktığında tekrar omzuna alırdı. (Kütüb-ü Sitte).
Bazen Hz. Peygamber secdeye gidince Hz. Hasan ve Hüseyin gelip
sırtlarına binerlerdi. Hz. Peygamber secdeden kalkarken onları yumuşak
bir şekilde alıp yere koyarlardı. Secdeye gidince onlar yine sırtına
binerlerdi, bu durum namaz bitene kadar devam ederdi.
Çocuk terbiyesinde dini terbiyeye öncelik verilmesine rağmen günümüzde
Müslümanların çocuklarının yetişmesinde, bütün gayret ve maddi manevi
imkanlarını, sadece dünyevi geleceklerini kazanma doğrultusunda
harcamaları, onların, ahiretlerine yatırım yapmamaları inançlarına son
derece aykırı bir durumdur. Namaz bitince de çocukları alır dizlerine
oturturlardı. Bir defasında Hz. Peygamber secdedeyken sırtına Hz. Hasan
veya Hz. Hüseyin binince, ininceye kadar secdeyi uzatmıştı. Bir başka
zamanda da hutbe okuyorken Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin camiye girince
sözüne ara verip aşağı inmiş ve onları kucağına almıştı.” (Nesai)
Kur’an-ı Kerim açısından, aile terbiyesinde imandan sonra namaz
öncelikli bir yer alır. “Ehline (yani aile halkına) namazı emret! O
hususta sabır da göster. (Taha/132) ayetinde “ailene namazı emret”
dedikten sonra, ayrıca onun hakkında sabretmenin emredilmesi çok
manidardır. Usanmadan emir ve ilginin devam ettirilmesi ve mutlaka
neticenin alınması gerekmektedir.
Hz. Peygamber’in çocukları irşadlarında namaz üzerinde çok durduğu
görülmektedir. Enes (r.a) Tahrim Suresi’ndeki “Ey iman edenler!
Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun”
mealindeki ayet nazil olduğunda Hz. Peygamberin sabah namazına çıkarken
altı ay Hz. Fatıma’nın kapısına uğrayıp onları namaza çağırdığını
bildirmektedir.

Alinti - AİLE-HAYAT – Milli gazete

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Kim fakir

Günlerden bir gün, zengin bir baba ailesini, özellikle de oğlunu köye götürdü.
Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir
olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde
birkaç gün geçirdiler. Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu:

- İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü ?
- Evet! – Ne öğrendin peki? Oğlu cevap verdi:
- Şunu gördüm; bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim
bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan
bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa
yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku
görüyorlar. Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey
bulamadı. Oğlu ekledi.
- Teşekkürler baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!









peygamber efendimizin sevdiği ve sevmediği isimler hadislerle




Posted by Site - Yönetici Temmuz 14, 2007



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


peygamber efendimizin sevdiği ve sevmediği isimler hadislerle
112 – Ebu’d-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Sizler kıyamet günü isimlerinizle
ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız öyleyse isimlerinizi güzel
yapın”
Ebu Dâvud, Edeb 69, (4948).
113 – İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah’ın en ziyade sevdiği
isimler Abdullah ve Abdurrahman’dır.”
Müslim, Âdâb, 2, (2132); Ebu Dâvud Edeb 69, (4949); Tirmizî, Edeb 64, (2835).
114 – Ebu Vehb el-Cüşemî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Peygamberlerin isimleriyle
isimlenin. Allah’ın çok sevdiği isimler Abdullah, Abdurrâhman’dır. En
sâdık olanları da Hâris ve Hemmâm isimleridir. En çirkinleri de Harb ve
Mürre isimleridir”
Ebu Dâvud, Edeb 69, (4950). Metin Ebu Dâvud’a aittir, Nesâî’de muhtasar olarak kaydedilmiştir (Hayl 3 (6, 218, 219)).
115 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah katında en düşük (ahna’)
isim Melikü’l-emlâk (mülklerin mâliki) ismidir. Allah’tan başka Mâlik
yoktur.”
Süfyân merhum dedi ki: Şâhân Şâh bunun örneğidir.
Ahmed İbnu Hanbel merhûm dedi ki: “Ebu Amr merhum’a, ahna’ne demek diye sordum, bana “en düşük” diye cevap verdi.
Buhârî, Edeb 114; Müslim, Edeb 20, (2143); Ebu Dâvud, Edeb 70, (4961); Tirmizî Edeb 65, (2839).
116 – Müslim’in bir diğer rivayetinde şöyle buyrulmuştur: “Kıyamet
günü, Allah’ın en ziyade kızacağı en kötü kimse, adı Melikü’l-emlâk
(Şehinşâh) olan kimsedir. Allah’tan başka Mâlik yoktur.”
(Adâb 21)
117 – Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) Ya’la, Bereket, Eflah, Yesâr, Nâfi ve benzeri
isimlerin kullanılmasını yasaklamayı arzu etmişti. Sonra onun bu mevzuda
sükut ettiğini gördüm. Sonra da yasaklamadan vefat etti.”
Bu hadisi Müslim, Âdab 13, (2138); ve Ebu Dâvud, Edeb, 70, (4960) rivayet ettiler. Hadisin metni Müslim’e aittir.
Ebu Dâvud’un rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “…Zira kişi “Bereket burada mı?” diye sorar da “hayır yok!” diye cevap verirler.”
118 – Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in azadlı kölesi Eslem anlatıyor:
“Hz. Ömer (radıyallahu anh), bir oğlunu Ebu İsa künyesini kullandığı
için dövdü. Öte yandan Muğîre İbnu Şu’be (radıyallahu anh), Ebu İsa
künyesini kullanıyordu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona “Ebu Abdillah
künyesini kullanman sana yetmez mi?” dedi. Muğîre: “Bana Ebu İsa
künyesini takan Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’dir” cevabını
verince, Hz. Ömer: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in geçmiş
gelecek bütün günahları affedilmiştir. Biz ise bundan böyle
sıkıntıdayız” dedi. Ölünceye kadar Muğire’yi “Ebu Abdillah” diye
künyeledi.
Ebu Dâvud, Edeb 72, (4963).
119 – Yahya İbnu Sa’îd (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) bol sütlü bir deve hakkında: “Bunu kim
sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) “İsmin ne?” dedi. Adam: “Mürre (acı)!” deyince,
ona: “Otur!” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar “Bunu
kim sağıverecek?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım
diyecekti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona da: “ismin nedir?”
diye sordu. Adam: “Harb!” diye cevap verdi. Ona da “Otur” dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu deveyi kim bize
sağıverecek?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da
ismini sordu. “Ya’îş (yaşıyor!)” cevabını alınca ona: “Sen sağ” diyerek
müsaade etti.”
Muvatta, İsti’zan 24 (2, 973).
HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)’İN İSİM KOYDUĞU KİMSELER
120 – Sehl İbnu Sa’d es-Sâidi (radıyallahu anh) buyurdu ki: Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Fâtıma (radıyallahu anhâ) annemizin
evine uğramıştı. Hz. Ali (radıyallahu anh)’yi evde bulamayınca: “Amca
oğlun nerede?” diye sordu. Fatıma (radıyallahu anhâ): “Aramızda bir
şekerlenme oldu. Bunun üzerine bana kızdı ve çekip gitti” dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) birine: “Hele bir arayıver nereye
gitmiş” diye emretti. “Mescidde yatıyor!” diye haber verince, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), ‘Kalk ey Ebu Turâb, kalk ey Ebu Turâb (yani
Toprak babası) diye seslendi.
Sehl der ki: Hz. Ali (radıyallahu anh)’nin en çok sevdiği ismi bu isimdi.
Buhârî, Salat 58, Fedaili’l, Ashab 9, Edeb 113, İsti’zân 40; Müslim, Fedailu’s-Sahâbe 38, (2409).
121 – Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor. “Mekke’de
Abdullah İbnu Zübeyr (radıyallahu anh)’e hâmile kalmıştım. Doğum
yaklaşmıştı ki, Mekke’yi terkettim ve Medine’ye geldim, Kuba’ya indim.
Abdullah’ı orada dünyaya getirdim. Doğunca, bebeği alıp Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)’a götürdüm, kucağına bıraktım. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bir hurma istedi, ağzında çiğneyerek ezdikten
sonra, tükrüğünden çocuğun ağzına bıraktı. Abdullah’ın midesine ilk inen
şey Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın mübarek tükrükleri idi.
Sonra (yumuşattığı o) hurma ile çocuğun damağını oğdu, hakkında
bereketle dua etti ve Abdullah ismini verdi. Müslüman aileden ilk doğan
çocuk bu idi. (Medine’de bütün Müslümanlar) onun doğumuna çok
sevindiler. Çünkü “Yahudiler size sihir yaptılar, asla doğum
yapamayacaksınız” diye bir şayia çıkarılmıştı.”
Buhârî, Menâkibu’l-Ensâr 45, Akîka 1, Müslim, Âdâb 26, (2146).
122 – Ebu Mûsâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir oğlum doğmuştu.
Hemen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a getirdim. İbrahim ismini
verip bir hurma ile tahnikde bulundu. Sonra da “Mübarek olsun” diye dua
buyurdu ve çocuğu bana geri verdi. Bu çocuk, Ebu Musa’nın en büyük
evladı idi.”
Buhârî, Akîka 1; Müslim, Adab 24, (2145).
123 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Abdullah İbnu Ebi
Talha’yı doğduğu zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a götürdüm.
Bebek bir bez içerisinde idi. Vardığımızda Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) devesine katran sürüyordu. “Beraberinde hurma da getirdin mi?”
diye sordu. “Evet” dedim ve birkaç tane hurma verdim. Onları ağzında
çiğnedi, sonra çocuğun ağzını açtı. Ağzına tükrüğü püskürttü. Bebek,
yalamaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
“Ensar’ın hurma sevgisine bakın (doğar doğmaz başlıyor)” diye latife
etti ve çocuğu Abdullah diye isimledi.”
Buhârî, Cenâiz 42, Akîka 1; Müslim, Âdab 22, (2144); Ebu Dâvud, Edeb 69, (4951) Hadisin metni; Müslim’deki metindir.
124 – Hz. Aişe (radıyallahu anhâ): “Ey Allah’ın Rasûlü, dedim,
arkadaşlarımdan her birisinin bir künyesi var, (benim yok)”. Dedi ki:
“Oğlum Abdullah İbnu Zübeyr ile künyelen.” Aişe, “Ümmü Abdillah
(Abdullah’ın annesi)” diye künye almıştı”
Ebu Dâvud, Edeb 78, (4970).
Rezîn merhum: “Teyze anne gibidir” ilavesini kaydetmiştir.
HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)’İN DEĞİŞTİRDİĞİ İSİMLER
125 – Hz. Aişe (radıyallahu anhâ): “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çirkin isimleri değiştirirdi” buyurmuştur.
Tirmizî, Edeb 66, (2841).
126 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Zeyneb Bintu Ebî
Seleme’nin ismi Berre idi. “Nefsini tezkiye ediyor” denildi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onu Zeyneb diye
isimlendirdi.
Buhârî Edeb 108; Müslim, Edeb 17, (2141).
127 – İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Cüveyriye
Bintu’l-Hâris’in ismi Berre idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
onun ismini Cüveyriye diye değiştirdi. Zira, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) “Berre’nin yanından çıktı” denmesini sevmiyordu.
Müslim, Edeb 16, (2140).
128 – Şureyh İbnu Hâni, (radıyallahu anh) babasından naklediyor: “Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kavmimin beni Ebu’l-Hakem diye
künyelediklerini işitmişti. Beni çağırtarak: “Hakem olan Allah’tır,
hüküm de O’nadır, öyle ise, sen nasıl Ebu’l-Hakem künyesini taşırsın?”
dedi. Ben açıkladım: “Kavmim bir meselede anlaşmazlığa düşünce bana
gelirler, ben hükme bağlarım. Her iki taraf da verdiğim hükme râzı
olurlar.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu ne güzel şey?”
buyurdu ve “Çocuklarından neler var?” diye sordu. Ben: “Şüreyh, Müslim,
Abdullah var” dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “En büyüğü
hangisi?” dedi. “Şüreyh” dedim. “Öyleyse, buyurdu, sen Ebu Şüreyh’sin”
Ebu Dâvud, Edeb 70, (4955); Nesâî, Kadâ 7, (8, 226-227).
129 – Beşîr İbnu Meymun, amcası Üsâme İbnu Ahdarî’den rivayet ediyor:
Ahdarî diyor ki: “İsmi Asram olan bir adam vardı. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ona: “İsmin nedir?” diye sordu. Adam Asram diye
cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır sen Zür’a'sın”
buyurdu.
Ebu Dâvud, Edeb 70, (4954).
130 – Said İbnu’l-Müseyyeb babası vasıtasıyla dedesinden naklediyor:
“Dedem, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a uğramıştı. İsmin ne? diye
sordu. “Hazn (sert yer)” diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): “Hayır sen Sehl’sin” dedi. Müseyyeb: “Olamaz, babanın verdiği
bir ismi değiştiremem” dedi. İbnu’l-Müseyyeb ilâve ediyor: “O günden
sonra aramızda kabalık devam etti gitti.”
Buhârî, Edeb 107-108; Ebu Dâvud, Edeb 70, (4956).
Ebu Dâvud’un rivayetinde şöyle demiştir: “… Hayır sehl ezilir ve hakîr tutulur.”
Ebu Dâvud merhum der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Âsi,
Aziz, Atele (şiddet, sertlik), Şeytan, Hakem, Gurâb (karga) Habbâb,
Şihab isimlerini değiştirdi. Şihâb’ı Hişam, Harb’i Silm (sulh),
Muzdaci’ı (yatan) Münbais (kalkan) yaptı. Afire (çorak) adını taşıyan
bir araziyi de Hadire (yeşillik) diye, Şi’bu’d Dalâlet’i (sapıklık
geçidi) Şi’bu’l-Hüdâ diye isimledi. Benu’z-Zinye’yi Benu’r-Rüşd olarak
değiştirdi.”
131 – İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) diyor ki: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) Âsiye (isyankâr, itaatsiz kadın) ismini
değiştirip Cemîle (güzel kadın) yaptı.
Müslim, Edeb 14, (2139); Tirmizî, Edeb 66, (2840); Ebu Dâvud, Edeb 70, (4952).
132 – Mesruk anlatıyor: “Hz. Ömer’le karşılaştım. Bana “Sen kimsin?”
diye sordu. “Mesruk İbnu’l-Ecda” dedim. Dedi ki: “Ben Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)’ın ecda şeytandır” dediğini işittim.”
Ebu Dâvud, Edeb 70, (4957).
133 – Sehl İbnu Sa’d (radıyallahu anh) anlatıyor: “el-Münzir İbnu Ebî
Üseyd doğduğu zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a getirilmişti.
Çocuğu kucağına aldı ve: “İsmi nedir?” diye sordu. “İsmi falandır” diye
ne konmuşsa söylendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır!
bunun ismi Münzir olacak” dedi ve o gün çocuğa Münzir ismini koydu.
Buhârî, Edeb 108; Müslim, Edeb 29, (2149).
HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)’İN İSİM VE KÜNYESİNİ ALMA HAKKINDA GELEN RİVÂYETLER
134 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir gün Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Bakî’de idi. Kulağına bir ses geldi: “Ey
Ebu’l-Kâsım!” diyordu. Başını sese doğru çevirdi. Seslenen adam: “Ey
Allah’ın Resûlü seni kastedmedim, ben falancayı çağırdım” dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “İsmimi isim olarak
koyun, fakat künyemi kendinize künye yapmayın!” buyurdu.
Buhârî, Menâkıb 20, Edeb 106; Müslim, Âdab 1 (2131); Tirmizî, Edeb 68, (2844).
135 – Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bizden birinin bir oğlu
oldu. İsmini Kasım koydu. Kendisine: “Sana Ebu’l-Kasım künyesini
vermeyiz. Bu künye ile seni şereflendirip memnun etmeyiz” dedi. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek durumu arzetti. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine: “Oğlunun adı Abdurrahmândır”
dedi.
Buhârî, Edeb 105, 106, 109, Menâkıb 20; Müslim, Adâb 2, (2133); Ebu Dâvud, Edeb 74, (4965); Tirmizî, Edeb 68, (2845).
Bir rivayette şu ziyade var: “İsmimi isim olarak koyun, fakat künyemi
künye yapmayın. Zira ben Kasım (taksim edici) kılındım. Aranızda taksim
ederim.”
Ebu Dâvud’un bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: “Kim benim ismimi
almışsa, künyem ile künyelenmesin. Kim de künyem ile künyelenmişse,
ismimle isimlenmesin.”
136 – Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın gelerek: “Ey
Allah’ın Resûlü, ben bir oğlan dünyaya getirdim. Muhammed diye isim,
Ebu’l-Kasım diye de künye verdim. Bana, sizin bu durumdan
hoşlanmadığınız söylendi, doğru mu?” diye sordu. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): “İsmimi helâl, künyemi haram kılan şey de ne?”
veya “Künyemi haram kılıp ismimi helâl kılan şey de ne?” diyerek
reddetti.
Ebu Dâvud Edeb 76, (4968).
137 – Muhammed İbnu’l-Hanife, babasından (Allah her ikisinden de razı
olsun) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e sordum: “Ey
Allah’ın Resûlü, sizden sonra bir oğlum olduğu takdirde, sizin
isminizle isimlendirebilir, künyenizle de künyelendirebilir miyim, ne
dersiniz?” Bana “Evet” buyurdular.
Ebu Dâvud, Edeb, 76, (4967); Tirmizî, Edeb 68, (2846).
Yuharıdaki metin Ebu Dâvud’undur. Tirmizî, hadise, “sahîh” demiştir, ayrıca: “Burada bizim için ruhsat var” diye kaydetmiştir.
İSİM VE KÜNYE ÜZERİNE MÜTEFERRİK HADİSLER
138 – İbnu Ömer (radıyallahu anhumâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) çocuğa, doğumunun yedinci gününde isim
konmasını, yıkanarak pisliklerin temizlenmesini ve akika kurbanı
kesilmesini emir buyurdu.”
Ebu Davud, Edâhî, 21, (2837); Tirmizî, Edâhî 23, (1522), Edeb
63,(2834), (Tirmizî’de hadis İbnu Ömer’den değil, Amr İbnu Şu’ayb an
ebîhi an ceddihi tarîkindendir. Burada bir sehiv söz konusu -Nesâî,
Akîka 5, (7, 166); İbnu Mâce, Zebâih 1, (3165)-dur.).
139 – Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Yeni doğan çocuklar Hz.
Peyg er (aleyhissalâtu vesselâm)’e getirilirdi. O da bunlara mübarek
olmaları için dua eder, tahnîkde bulunurdu.”
Müslim, Edeb, 27 (2147); Ebu Dâvud, Edeb 116, (5106).
140 – Ebu Râfi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Fatıma (radıyallahu
anhâ) oğlu Hasan (radıyallahu anh)’ı doğurduğu zaman, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)’ı kulağına ezan okurken gördüm.”
Ebu Dâvud, Edeb 116, (5105); Tirmizî, Edâhî 17, (1514).
Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Rezîn şu ziyadeyi
kaydeder: “Kulağına İhlas sûresini okudu, hurma ile tahnik etti ve
ismini koydu.”
141 – Yahya İbnu Saîd anlatıyor: “Hz. Ömer bir adama: “İsmin nedir?”
diye sordu. Adam “Cemre (kor)” dedi. “Kimin oğlusun?” diye tekrar sordu.
Adam: “İbnu Şihâb (alev) deyince “Kimlerden?” dedi. Adam:
“Hurakalardan.” “Eviniz nerede? diye sordu. “Harretu’n-Nâr’da” cevabını
alınca, “hangisinde?” dedi. “Zâtı Lezâ’da” cevabını alınca; Hz. Ömer
(radıyallahu anh) “Âilene yetiş, yanıyorlar!” dedi. Gerçekten durum
aynen Hz. Ömer’in dediği gibiydi”

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
YALAN SÖYLEMEYEN ÇOCUK
Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, bir
arefe günü çift sürmek için tarlaya gitti. Bir öküzün kuyruğuna tutunup
ardından giderek oynuyordu. O anda bir ses işitti:
”Ey Abdülkâdir! sen bunun için yaratılmadın ve bunlarla emir olunmadın”!
Bu ses, Abdülkâdir Geylâni hazretlerini korkuttu. Eve gelince dama çıktı. Hacıları gördü. Arafat’ta vakfeye durmuşlardı.
-Anneciğim! bana izin ver de Bağdat’a gidip, ilim öğreneyim. Sâlihleri, evliyâyı ziyaret edeyim.
Annesi de dedi ki:
-Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım, Abdülkâdir’im! senin
ayrılığına dayanamam. Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsâade
edemiyorum.
Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri, tarlada olan bitenleri anlattı. Annesi
ağladı. Kalkıp babasından miras kalan 80 altını alıp, kırkını kardeşine
ayırdı. Kırkını da bir keseye koydu ve keseyi elbisesinin koltuğuna
dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki:
-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım, Abdülkâdir’im! Hak
teâlânın rızâsı için olmasaydı katiyyen bırakmazdım. Huzur ve esenlik
içinde sefere çık! Yolun açık olsun! seninle belki ebedi olarak
ayrılıyoruz. Sana son olarak nasihatım şudur ki:”Eğer beni memnun etmek
istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme , doğruluktan asla ayrılma!
Allahü teâlâ her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir”.
Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri annesine söz verdi ve ağlayarak elini
öptü. Bağdat’a gitmek üzere bulunan bir kervana rastgeldi ve aralarına
katıldı. Hemedan’ı geçmişlerdi. Bir müddet yol aldılar. Arz-ı Tetrenk
denilen mahalle geldiklerinde kervanda bir bağırıp, çağırma koptu.
Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırdılar. Bir anda
sandıklar yere yıkıldı. Eşyalar yağma edilmeye başlandı. Eşkıyalar,
kervandakilere birer birer sual edip, üzerlerinde her ne buldularsa
aldılar. Sıra Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerine geldi.
Eşkıyalardan biri latife olsun diye bunu önüne çekip sordu:
-Fakir çocuk, söyle bakalım senin neyin var?
-Üzerimde yanlız 40 altınım var.
Eşkıya inanmamıştı. Bırakıp gitti. İkinci bir harâmi sual edip, o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirdiler.
”Bu çocuk 40 altınım var” diyor dediler.
Bu defa da reisleri sordu:
-Senin üzerinde ne var?
-Hırkamda dikili 40 altınım var.
Reisleri adamlarına dönerek dedi ki:
-Açın bakın, bakalım! Adamları üstünü aradılar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine verdiler.
Eşkıya reisi hayretle sordu:
-Peki evlât, sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri dedi ki::
-Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemiyeceğime söz vermiştim. 40 altın için sözümü bozar mıyım?
Bu sözleri duyup hakikate şahit olan eşkıya başının gözleri yaşardı.
Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla
kendi yaşını ölçtü. Kendisinin bu yaşa kadar nice hiyanet ve zulümler
işlediğini, birgün Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar
yaptıklarından pişman olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırdı:
-Eyvah! biz de Allahü teâlâ söz vermiştik.::Bunca zamandır şeytana uyup
ahdimizi bozduk. Fenalık yaptık. Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz
ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:
-Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak
teâlâ karşı olan ahdimi bozdum. O’na isyan ettim. İçimden gelen bir
pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum.
Bundan böyle inşaallah, Hak teâlânın râzı ve hoşnut olmadığı bir şeyi
yapmıyacağım. Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan
dediler ki:
-Efendimiz, reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız. Eşkıyalıkta reisimizdin, hidâyette de reisimiz ol!
Bunun üzerine kervan ehlinden ne alınmışsa sahiplerine iâde edildi. Bir
sürü eşkıya Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin önünde tövbe etti.
Kendisi tekrar yoluna devam ederek Bağdat’a vardı.
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz